21 Aralık 2011 Çarşamba

A N I ( HATIRA ) T Ü R Ü

Bir kimsenin, özellikle tanınmış kişilerin yaşadıkları dönemde gördükleri ya da yaşadıkları ilginç olayları gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları yazı türüdür.
Tanınmış sanatçı, siyasetçi, ve bilim adamlarının yazdığı anılar onların yaşayışlarını, yaşadıkları dönemdeki önemli olayları anlatması bakımından önemlidir.
Özellikleri :
1 – Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.
2 – İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır
3 - Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.
4 – Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve
araştırmalarını anlatır.
5 – Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar.
6 – Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.

TARİHSEL GELİŞİMİ
Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçı
Ksenophon’un “Anabasis” adlı eseriyle vermiştir. Alman filozofu Eflatun’un birçok eseri bu türdendir
18. yüzyılda J. J. Rouseau’nun “ İtiraflar” Goldoni’nin “İyilkik Sever Somurtkan”, Goethe’nin “Şiir ve Gerçek Andre Gide’nin “Jurnaller “bu alanda önemli eserlerdir.
19. yüzyılda Fransız edebiyatında :Victor Hugo’nun”Gördüklerim”, Stendhal!ın “Bencillik Anılar, Verlaine’nin “ İtiraflar Rus yazar Tolstoy’un İtidafım” 20. yüzylda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir.
Bizde, 7. yüzyıla ait “Göktürk Yazıtları” bu türün ilk örneği sayılmaktadır. 16. yüzyılda Hindistan’da bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah’ın yazdığı “Babürname” , 17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han’ın yazdığı “Şecere-i Türk” , Katip Çelebi ve Naima’nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir.
Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan “Vakainameler, Gazavatnmeler, sefaretnameler bu türün öenekleri sayılmaktadır
Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştir. Önceleri Ebuziya Tevfik ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar Daha sonra
Akif Paşa’nın “Tabsıra”
Namık Kemal’in “Magaza Mektupları” ,
Ziya Paşa’nın “Defter-i Amel”
Ahmet Mithat Efendi’nin “Menfa”
Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu”
Servet-i Fünun Döneminde;
Ahmet Rasim’in “Eşkal-i Zaman”, “Falaka” “ Maharir “,”Şair “
Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”, Saray ve Ötesi
Hüseyin Cahit Yalçın’ın : “ Edebi Hatıralar”.
Son Dönem Edebiyatında
Yakup Kadri: “Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda , Gençlik ve Edebiyat
Hatıraların”
Ruşen Eşref Ünaydın : “ Atatürk’ü Özleyiş”
Falih Rıfkı Atay : “Çankaya”
Halide Edip . “Türk’ün Ateşle İmtihanı
Yahya Kemal: “ Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım “
Yusuf Ziya Ortaç “ Porteler,” Bizim Yokuş”
Ahmet Hamdi Tanpınar . “ Kerkük Anıları”
Samet Ağaoğlu: “ Babamın Arkadaşları”
Salah Birsel : “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”
Halikarnas Balıkçısı : “ Mavi Sürgün”
Oktay Rıfat . “Şair Dostlarım”

Ayrıca, son dönemde, Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi siyasi kişilerin yazdıkları anılar, yakın tarihimizi aydınlatması bakımından önemli eserlerdir.

ANI İLE GÜNLÜĞÜN BENZER VE FARKLI YANLARI
1 – Anı da günlük gibi bir kişinin başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür
.2- Günlük yaşanırken anı ise yaşandıktan sonra yazılır
3 - Anılar, yazarların yaşlılık çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir şekilde ortaya koyan yazılardır Günlükler ise daha öznel, derin, içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen Anlık duygu ve düşünceler hakimdir.
4 - Anı yazılarının anlatım açısından kurgusal niteliklere sahip olduğunu da söyleyebiliriz Günlükler ise kurgudan uzak yoğun düşüncelerin toplamıdır.

8 Aralık 2011 Perşembe


 ÖDEMİŞ'te KÜLTÜREL ÇEVRE

Halk Oyunları: Ödemiş Zeybeği, Harmandalı, Kocaarap, İki parmak Zeybeği, Bakırlı, Çakıcı Zeybeği, Yandım Ayşe Kadın gibi kadın ve erkek oyunları oynanır.

Türküler: Kamalı Zeybek, Gökçen Efe, Ödemiş'in İçinde, İnce Mehmed, Çakıcı Efe, Ödemiş Kavakları, Osman Zeybek, Bakırlı Efe, Ödemiş Koşması, Cezayir Türküsü, Eminem, Fatmam, Arap Kızı ve Uzun Kavaklar gibi Ödemiş türküleri vardır ve hepsi anonimdir.

El işleri: İğne Oyası, Dantel Oyası, Mekik Oyası, Boncuk Oyası, Kanaviçe ve Tel işleridir. Yünden yapılan dokumalar ise Heybe, Çul, Kolan, Namazla, Çuval ve Sofra Mendilidir. İpekli Dokumalar İpek Mendil, Peştemal ve Pembezar bunlardan başlıcalarıdır. Yöre halkının yaptığı el işleri ise her cumartesi Kadın El Sanatları Pazarı'nda sergilenir.

Yerel giysiler: Önceleri eski Türkmen giysisi olan üçetek kullanılırdı. Sonradan kırsal alanda don, uçkur, işlik, gömlek, sürtike, şal kuşak, başlık gibi bölümleri olan giysiler giyilirdi. Daha sonraları ise entari ve ipekçanlı zar moda oldu. Günümüzde modern giysiler giyilmektedir. Eski erkek giysilerinin belirgin yönü Zeybek giysileridir. Zeybek giysisi gömlek, işlik, kısa çuha don, mintan, dokuma kuşak, cepken, camedan salihlik, kepmen gibi bölümlerden oluşuyordu.

Düğünler: Önde kız beğenilir, kız istemeye gidilir ve söz alınır. Sonra erkek evi ile kız evi bir araya gelerek söz kesilir, şerbet içilir, kız evi Bellilik gönderir. Sonra erkek evi kız evine Çanak Gezmesi yapar. Daha sonra Büyük Nişan yapılır. Ardından kızın kafa kağıdı istenir. Erkek evine bayrak asılarak okuyucu çıkarılır. Düğün kurulur. Kız evi Baş yüvmesi ve Kına Gecesi düzenler. Gelin almaya gidilerek, gelin oğlan evine getirilir. Düğünden sonraki günlerde gelin damat ve yakınları kız evine Ardca denilen yemeğe çağrılır. Erkek evi ise Döne denilen yemek verir.

Ödemişe Özgü yemekler: Ödemiş Kebabı, Töngül Pidesi, Keşkek, Ekmek Dolması, Yağlı Sulu Akıtma, Kestirme Çorbası, Höşmerim, Heybeli Çorba, Yağlı Ekmek, Sinkonta, Isırgan Avukması, Dibile, Kabakaşı Tatlısı, Kalburbastı gibi yemek ve tatlıları vardır.
Türk Kurtuluş Savaşının Emperyalizme Karşı Anadolu Direnişinde Örgütlü İLKKURŞUN
Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesini imzaladığı gün hem I. Dünya Savaşı'nın yenikleri arasında olduğunu olurluyor, hem de her bakımdan bitkin ve yoksun bir durumda olduğu için savaştan çekiliyordu. Son on yılda yüz binlerce gencini giriştiği savaşlarda yitirmiş Osmanlı, yeni bir savaşa ve askerliğe karşı isteksizdi. Ancak bazı yurtseverler ve aydınlar işgal altına giren ya da girmesi düşünülen bölgeleri kurtarmak amacıyla yerli cemiyetler oluşturmanın yolunu seçtiler.
Anadolu'nun birçok köşelerinde Kuvayı Milliyeciler sömürgen emperyalist istilacılara karşı silaha sarılarak direndiler. Ödemiş Kuvayı Milliyesi de bu direnişlerin bir bölümünü, üstelik ilkini oluşturdu.
Anadolu devinimi başlı başına bir ihtilaldir. Her ihtilalin bir başlangıç noktası vardır. Anadolu İhtilali'nin de bir başlangıç noktası olmalı, ulusun silaha sarılarak uğraşıya girmesini sağlayacak değin etkili olmalıydı. Bu nokta güzel İzmir'in 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu tarafından işgali oldu.
Ancak Ödemiş'teki durum daha ayrımlıdır. İzmir'den Ödemiş'in Mursallı Köyü'ndeki Ismail Efe'nin yanına gelen Mahmut Celal (Bayar) Bey'in de katılımıyla, Ödemiş Kaymakamı Zühtü Bey, Refik Şevket (Ince) Bey, jandarma tabur komutanı yüzbaşı Tahir Bey, jandarma yüzbaşısı Edip (Sarıefe) Bey, Mursallılı İsmail Efe ve kardeşi Ali Efe, Gökçen Hüseyin Efe gibi yurtseverler Ödemiş'in Yunanlılar tarafından işgal edileceğinin duyulması üzerine Kuvayı Milliyeyi daha İzmir'in işgali olayından iki aydan çok bir zaman önce Mart 1919'da örgütlediler. İzmir Valisi Kambur İzzet bu örgütlenmeyi engellemek için Kaymakam Zühtü Bey'i görevinden alıp, 28 Mart 1919'da Erzurumlu Bekir Sami (Baran) Bey'i kaymakam olarak atamış ve başlarında subaylarıyla bir jandarma birliğini Ödemiş'e göndermişse de, hem kaymakam, hem de subaylar ilerleyen günlerde ulusal devinişçilerin yanında yer almışlardı
Ödemiş'te Yiğit Ordusu adıyla Kuvayı Milliye oluşumu tamamlandıktan sonra çarpışacak yiğitlerin komutanlığına getirilen yedek subay üsteğmen Ali Orhan (İlkkurşun) Bey komutasında 30 Mayıs 1919'da 15 yedek subay ve 15 jandarma eri Ödemiş'in batısındaki Hacıilyas Köyü tepelerini tutmak için yola çıktı.
30 Mayıs akşamına doğru Ödemiş'ten Kayıkçıoğlu Molla Hüseyin ile birlikte 60 değin Ödemişli milis geldi. Başçavuş Sezai ve arkadaşları ile kuzeydeki Kayaköylülerden de direnişe katılanlar oldu.
31 Mayıs 1919 günü Ödemiş'teki Kuvayı Milliye örgütü komutanı yüzbaşı Tahir Bey, emir subayı Hamit Şevket (İnce) Bey ve harekat subayı Ahmet Rıfat Bey yanlarında 50 gönüllü ile Ödemiş'ten törenle Hacıilyas Köyü'ne gittiler. Doktor Mustafa (Bengisu) Bey, Hacıilyas Köyü'nün doğusunda bir sahra hastahanesi kurarak, cephe gerisinde önemli bir hizmeti yerine getirmiş oldu. Tire ile Ödemiş arasındaki Zincirlikuyu'da Tire'den gelebilecek Yunan saldırısına karşı, komutasındaki 100 Ödemiş'li milisle önlem alan yedek subay teğmen Ahmet Şükrü (Konuk) Bey komutasındaki direnişçiler de hesaba katılırsa Ödemiş'li çarpışmacıların toplam sayısı 250 ya da 260 kadardı. Diğer noktalara bırakılan ve çarpışma dışı kalan savaşçılar ise yanları denetlediler.
Sabah saatlerinde başlayan çarpışmalar, geç saatlere değin Yunan taburunun üstün saldırısı ile sürdü. Ödemiş'li direnişçiler tüm olumsuzluklara karşın bulundukları noktaları bırakmadılar. Ancak mermileri tükenmek üzereydi. Saat 17.00 sıralarında akşamüstü bir zeybek gelerek: “arka sırtlarda Çolak Ahmet Efe'nin kızanlarıyla birlikte direnişçileri beklediğini, düzenli olarak çekilmelerini” söyleyerek Hacıilyas'taki direnişçileri geri çağırdı
Direnişçiler adım adım bulundukları yeri savunarak Hacıilyas Köyü sırtlarından çekilmek zorunda kaldılar. Ödemiş'li direnişçilerin boşalttığı köylere giren Yunan askerleri halka üzgü, ezinç ve kıyıcılıkta bulundul
Ödemiş halkının örgütlü bir biçimde Hacıilyas'da ilkkurşunu sıkması, arkasından Postlu Mestan Efe'nin kurduğu kuvayı milliye milisleri ile Birgi'ye baskınlar vererek Yunanlılar'ı kayıplara uğratması kırsal kesim insanında yüksek gönülgücü yaratmış, neredeyse bir yılayakın bir süre Yukarı Küçükmenderes Havzası'nda emperyalizme karşı kanlı çarpışmalara girişmelerine neden olmuştu.
Yörede oluşan ulusal müfrezeler belirli cepheler kurarak Yunanlılar'a karşı koydular. Müfrezelerdeki savaşçıları zeybekler ve eli silah tutan diğer halk oluşturuyordu. Askeri kıtalar ise Aydın yüzünün Köşk mevkiinin kuzey dağları ile, Ovakent (Adagide)'in Başçayır denilen yerinde birleştirildi. Bir yıla yakın bir süre için de olsa özgürlük türküleri dağlara, kayalara çarparak yankı verecekti.
Düzenli Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu kurulup I. Inönü, II. Inönü, Sakarya Meydan Savaşı utkularının kazanılması ve en son 30 Ağustos 1922'de Mareşal Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Türk Ordusu'nun Afyon Ovası'nda Başkomutanlık Meydan Savaşı'nı kazanmasından sonra Yunan Ordusu İzmir'e doğru kaçmaya başladı. Kaçarken de yakıp, yıkıp, soykırım uygulayarak Türklere kıyıcılıkta bulundu.
Ödemiş'lilerin Hacıilyas Köyü'nde direnişi ve bunun emperyalizme sıkılmış ilkkurşun olmasındaki önemi, onun bir halk gücü tarafından atılmış, direnişin halktan gelmiş olmasında ve Kuvayı Milliye etkinliğinin ilk kez örgütlü bir biçimde Ödemiş'te uygulanmış olmasındandır. Ödemiş'te halk coşarak kendiliğinden direnişe karar vermiş, silaha sarılarak Hacıilyas Köyü'nde işgalci, emperyalist-sömürgeci düşmana ilkkurşunu sıkmış, Kuvayı Milliye'nin ilk vuruşmasını burada yapmıştır. Eylem zayıf gibiydi, ama halkın kendisinin silaha sarılması bakımından önemliydi.
Ödemiş'in genç kuşakları dedelerinin emperyalizme karşı yiğitçe kafa tutup direnişiyle övünç duyarlar. Bu çarpışmalarda şehit düşen dedelerimizin değerli anıları önünde saygı ile eğiliyoruz.
Yunanlıların İzmir'i 15 Mayıs 1919'da işgalinden 2 ay önce, işgale karşı bir direniş oluşturmak için kurulan "Gizli Cemiyet" üyelerinden kimilerinin 1919 yılı ilkbaharında Ödemiş'te çektirdikleri fotoğraf. Ön sırada oturanlar soldan sağa doğru: jandarma yüzbaşısı Edip Bey (Sarı Efe), İttihat ve Terakki Partisi İzmir sorumlu temsilcisi Mahmut Celal (Bayar) Bey, hukukçu Refik Şevket (İnce) Bey, Ödemiş Halkapınar cephesini kuran Mursallılı İsmail Efe, yanında ayakta duran İsmail Efe'nin oğlu Hüseyin Efe. Arka sırada ayakta duranlar soldan sağa doğru: Hüseyin onbaşı, Kasap Recep, Ahmet Çavuş, Durmuş Ali Efe ve bir zeybek. Bu fotoğraf karesinden günümüze yansıyan ise Ödemiş'te Kuva-yı Milliye'nin başlamasıdır.
 
Yunanlıların İzmir'i 15 Mayıs 1919'da işgalinden 2 ay önce, işgale karşı bir direniş oluşturmak için kurulan "Gizli Cemiyet" üyelerinden kimilerinin 1919 yılı ilkbaharında Ödemiş'te çektirdikleri fotoğraf. Ön sırada oturanlar soldan sağa doğru: jandarma yüzbaşısı Edip Bey (Sarı Efe), İttihat ve Terakki Partisi İzmir sorumlu temsilcisi Mahmut Celal (Bayar) Bey, hukukçu Refik Şevket (İnce) Bey, Ödemiş Halkapınar cephesini kuran Mursallılı İsmail Efe, yanında ayakta duran İsmail Efe'nin oğlu Hüseyin Efe. Arka sırada ayakta duranlar soldan sağa doğru: Hüseyin onbaşı, Kasap Recep, Ahmet Çavuş, Durmuş Ali Efe ve bir zeybek. Bu fotoğraf karesinden günümüze yansıyan ise Ödemiş'te Kuva-yı Milliye'nin başlamasıdır.
 




 
 

26 Kasım 2011 Cumartesi

ÇAKIRAĞA KONAĞI RESİMLERİ




BİRGİ ÇAKIRAĞA KONAĞI

Ege bölgesindeki ilk yapılaşmadaki mimari üslubu korunmuş ender konaklardan biri olan Çakırağa konağının. 1761 tarihinde Şerif Aliağa tarafından yaptırıldığı genel kanıdır. Uzun yıllar harap bir durumda kaldıktan sonra 90'lı yılların başında restore edilip müze haline getirilen Çakırağa konağı Türk mimarisinde Osmanlı gündelik yaşamının anlaşılmasında önemli bir kaynak. Ahşap Türk evlerinin en güzel örneklerinden. Konak, çiçeklerle bezeli bahçenin ucunda, yoldan görülmeyecek şekilde yüksek duvarlarla korunuyor. 1761 yılında zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılan konak üç katlı. Alt katta taşlık, mutfak, ahır, misafir bekleme odası var. İkinci kat kışlık kullanıldığından daha korunaklı. Bütün odaların geniş bir sofaya baktığı konak, şömineyle ısıtılıyormuş. Odalardaki duvar ve tavan süslemeleri kalem işleri, ahşap oymacılık kayda değer. Misafir odalarında yıkanma bölümleri var. Merdiven kapağını kaldırarak üçüncü kata çıkılıyor (yazlık kat). Daha aydınlık ve kalem işleri bakımından daha zengin olan katta, iki de duvar resmi var.

Çakıroğlu Mehmet Bey, biri İzmirli, diğeri İstanbullu iki hanımla evlenmiş. Hanımlar memleket hasreti çekmesin diye, odaların duvarlarına İzmir ve İstanbul'un birer görüntüsünü yaptırmış. Resimler, hem kentlerin o günkü görüntülerini vermek açısından, hem de resim sanatı yönünden son derece önemli. İçi olduğu kadar dışı da çiçek ve motiflerle bezeli konak pek çok turistin ilgi odağı konumundadır. 1977 yılında T.C. Kültür Bakanlığı tarafından restorasyona başlanmıştır. 1983 yılında çevresi kamulaştırılarak özgün mimari dokunun korunması sağlanmıştır. Birinci dönem restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmaları 1993 yılında Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İzmir Anıtlar Genel Müdürlüğü, İzmir Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından tamamlanmıştır, iç düzenleme ve teşhir çalışmaları İzmir Arkeoloji Müzesi ve Ödemiş Müzesince yapılmıştır

BİRGİ ÇAKIRAĞA KONAĞI

Çakırağa konağının dış yapısının mimarisi


 
(+)

2 Kasım 2011 Çarşamba

Ödemiş'te ne Yenir?


ödemiş'in yağlı kebabı meşhur. yağda kızartılmış kıtır ekmek üstünde servis edilen köftenin tadına doyulmuyor. bu kebabi da en iyi yiyeceğiniz yer ise, ödemiş şehir merkezi'nde bulunmakta olan trafik ışıklarının yanından derhal sağa dönünce, sokağın başında bulunmakta olan köfteci hurşit.


burası gerçek anlamda bir esnaf lokantası. içerde yalnızca köfte, yoğurt ve içecek yer alıyor. ama bilhassa pazarın kurulduğu gün giderseniz yemek yemek için uzun müddet beklemeyi göze almalısınız. ama ne kadar beklerseniz bekleyin beklediğinize değecek bir lezzeti burada tatma imkanınız var.


ufak bir anımsatma. ne kadar aç olursanız olun, ilk olarak kendinize "bir porsiyon köfte" söyleyin. çünkü porsiyonlar öylesine büyük ve doyurucu ki, size yetiyor. bundan başka yağda kızartılan ekmekler üstünde getirilen köfteler lezzetinden damağınızda inanılmaz bir tad bırakıyor. sırf bu tat için buraya bir kez daha gitmeyi isteyeceğinizden eminim. yanısıra isteyeceğiniz ayran ve yoğurt ise gerçekten tam lezzetinde.


ödemiş'te bundan başka, bilhassa ramazan ayında ekmek dolması meşhur. töngül katmeri denen ödemiş'e özgü pide de gerçekten lezzetli.


bölgede töngel pidesi çok tanınmış. 50 yıllık bir geçmişi var. kıymalı, peynirli olarak yapılıyor. ancak yalnızca sabahları bulma imkanı var. sabah kahvaltısında yeniyor. kapalı ve açık olarak yapılıyor. üzerine yağ sürülüyor, içerisinde yağ yok.

Ödemiş-Gölcük

Gölcük Ödemişe bağlı küçük bir yayla beldesi. 1050 metre yüksekliğindeki Gölcük’e iki şekilde ulaşabilirsiniz: İzmir Aydın yolundan Torbalı üzerinden veya İzmir Ankara yolundan giderken Salihli üzerinden.

Gölcüğe çıkmak için Ödemiş’den geçmek zorundasınız. Ödemiş’in meşhur köftesini yiyerek karnınızı doyurduktan ve Ödemiş’in tarihi zanaat dükkanlarını gezdikten sonra yaklaşık 20 km’lik tırmanışa başlayabilirsiniz.
Virajlı olan yolda giderken şöför haricindekiler o muhteşem manzarayı seyre doyamaz. Ancak filmlerde, belgesellerde görebileceğiniz çevresi yemyeşil ağaçlarla çevrili o muhteşem gölde yüzebilir, sandalla gezebilir, balık avlayabilirsiniz. Kervit, sazan, yayın balığı gibi tatlı su balıkları yakalayabilirsiniz. Mevsiminde giderseniz erik büyüklüğünde, nar gibi kıpkırmızı kirazlardan tatama fırsatınız da olur.
Kış aylarında gölün üzerinin buz tuttuğunu, hatta üzerinde araba sürülebileceğini söyleniyor. Ama siz yine de denemeyin.
Civardaki tepelere çıkıp gölü daha bir güzel görebilir, kartpostallık fotoğraflar çekebilirsiniz. Ayrıca pazar günleri gölün çevresinde kurulan pazardan köylü kadınların yaptığı elişleri satın alabilirsiniz.
Buradaki meşhur yemek, oğlak etinden yapılan güveç. Ayrıca, sarmısak soslu ızgara yayın balığının da tadına bakmanızı öneririz.
Gölcükte konaklamak için motel var. Çadır kurmak için uygun alanlar nmevcut. Ama sakın unutmayın, Temmuz, ağustos da olsa yanınıza kalın giysiler, battaniye alın.




Kızlarağası Hanı
 
İzmir için önemli yapılardan biri Kızlarağası Hanı'dır. Yapının 1745 yılında tamamlandığı sanılmaktadır. Yapımı hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte, yaptıran kişinin Kızlarağası Hacı Beşir Ağa olduğu bilinmektedir. İzmir Liman Kalesi'nin hemen arkasında, 1744 yılında hanın inşasına başlanır ve 1745 yılında tamamlanır. Han, döneminde önemli bir boşluğu doldurmuştur. Bugünkü Yemişçiler ve Halim Ağa Çarşısı ile anılan yerde olup, ana cephesi Keresteciler Sokağı'na açılmaktaydı. Günümüzde burası 871 sokaktır. Osmanlı mimarisinin günümüze gelen, İzmir'deki nadir eserlerinden olan han, diğer hanlar gibi genelde kare bir forma sahiptir. Binanın içinde dikdörtgen ve geniş bir avlunun ortasında geleneksel olarak bir şadırvan ve havuz bulunması gerekmektedir. Günümüzde böyle bir alan mevcut değildir. Han, hemen her uzun mesafe hanında olduğu gibi iki katlı idi Üst katta galeriye açılan odalarda yatmak isteyenler konaklar, zemin katta ise üst kısmın sade yaşamının tam tersi görülürdü. Yükleriyle develer, tüccarlar ile hizmetkarların kalabileceği odalar, malların boşaltıldığı ve pazarlandığı dükkanlar ile pazarlık yapan insanlar bulunurdu. Han, limana yakın olması, sebebiyle, her zaman canlı kalmıştır. Han belli dönemde bir tür borsa gibi de çalışmış, özellikle iç avluya dönük dükkanlarda bu işler yoğun olarak yapılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda, teknolojinin ulaşım alanında çeşitli değişikliklere yol açması ve ekonomik hayatın zaman zaman yer değiştirmesiyle birlikte Kızlarağası Hanı da yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. Han, gece konaklamaların sona ermesinden sonra, sadece malların indirildiği ve depolandığı bir yer durumuna gelmiştir.

1993 yılında restore edilerek günümüzde turistik bir çarşı olarak hizmete giren Kızlarağası Hanı'nda çok çeşitli el sanatları ürünlerini, halıları, deri kıyafetleri ve çarpıcı hediyelik eşyaları bulabilir ve hanın tam ortasındaki açık çay bahçesinde mistik havayı içinize çekerek yorgunluğunuzu atabilirsiniz.

İzmir'in eski anıtsal yapılarından bir diğeri de HİSAR CAMİİ'dir. Aydınoğlu (Molla) Yakup Bey tarafından 16. yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır. Belgelerde yapılış tarihi olarak 1592 ve 1598 olarak geçen Camii'nin ortasında merkezi büyük kubbe ve iki yanda uzunlamasına ikişer kubbe bulunmaktadır. Son cemaat kısmı 7 kubbeli bir revaktan oluşur.

Bahçe duvarı ile öndeki iki şadırvanlı meydandan ayrılan dar uzun harimi, bir geçitle güneye uzar. 1813, 1881, 1927 ve 1980 yıllarında onarım gören cami, güneyden ve batıdan payanda kemerleri ve duvarlarıyla desteklenmiştir. Dekorasyon 18 ve 19. yüzyılların etkisi ile zenginleştirilmiştir. Sütun başlıklarında, pencere üzeri ve cephe süslemelerinde mihrap, minber ve vaiz kürsüsünde Avrupa sanatsal etkilerini görmek mümkündür

ÖĞRETMEN

İnsan yavrusu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren, bilinçsiz de olsa etrafını tanıma arzusu içindedir. Zamanla bu istek bilinçli bir öğrenme faaliyetine dönüşür. İlk bilgileri ailesinden edinmeye çalışır. Burada öğretmen konumunda anne-baba ya da aile büyükleridir. Büyüdükçe ihtiyacı olan yeni bilgi ve becerileri sistemli, planlı ve programlı bir şekilde öğrenme gereği ortaya çıkar. Bu durumda bireye ihtiyacı olan bu bilgileri planlı ve programlı bir şekilde verecek birilerinin rehberliğine gerek vardır. İşte öğretmen, bireylere öğrenmesi gereken bilgileri planlı, programlı bir şekilde, belli bir ortamda, belirli araç-gereçlerle öğreten kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlığın varoluşundan günümüze her geçen gün öğrenilmesi gereken yeni şeyler ortaya çıktığı gibi, bu bilgileri öğretecek öğretmenlerin yetiştirilmesinde, görevlerinde, rollerinde gelişme ve değişmeler olmaktadır.

Batı tarzı modern eğitimin Türk eğitim sistemine girmesiyle birlikte, eğitim siteminin bütün öğelerinde modern eğitimin gerekleri doğrultusunda yenilikler yapılması yoluna gidilmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu süreç daha da önem kazanmıştır. Eğitim sisteminin her yönüyle modernizasyonunda öğretmen yetiştirilmesi önemli bir konudur. Öğretmenlerin yetiştirilmesinden, seçimine ve görev sonrası hizmet içi eğitimlerine kadar her alanda köklü değişiklikler yapılmıştır. Sistemin çok önemli bir öğesi olan öğretmenden günümüzde çok farlı işlevler beklenmektedir. Tanımından işlevlerine kadar yeni anlam ve görevler yüklenen öğretmen çağımızda çok farlı görevlerle donatılmış durumdadır.

27 Ekim 2011 Perşembe

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ

Günümüzde öğretmenlik özel uzmanlık bilgisi ve becerisi gerektiren bir meslek olarak kabul edilmektedir.Statü ve saygınlığı ülke ve kültürlere göre değişmekle birlikte öğretmenlik doğrydan insanla ilgili bir meslek olması yönüyle öteden beri sadece bir kaznç kapısı olarak değil aynı zamanda kutsal bir meslek olarak görülmüştür.Türk eğitim tarihinde de bilge kişilerin ve öğretmenlerin hep saygın bir yeri olmuş öğretmen denince toplumda davranış modeli örnek insan anlaşılmışÖğretmen hakkında söylenmiş bazı atasözleri ve özdeyişlerde de on verilen değer açıkca görülür.

Kısaca öğretmen insan mimarı ve insanın kişiliğini biçimlendiren bir sanatkar olmaktadır...